2 Aralık 2011 Cuma

CELALİ BABA


:)
Bayburt'un Manevi Önderler

BAYBURTLU CELALİ BABA


Celâlî'nin adı Ahmet'tir. Bayburt'un Pulur (Şimdiki adı Demirözü) bucağına bağlı Talisini' (Ozansu) Köyû'nde dünyaya geldi (1850).-Kendisi bir şiirinde köyün adını anar:  

Zincirden boşandı Celâli ahım
Yaktı Tahsını'yı vîrân eyledi


Babası Abus, bu köyün Nasuhoğullan, annesi ise Kerimoğullan ailesindendir.
Babasını küçük yaşta kaybetti. İki kardeş oldukları bilinmektedir. Küçük kardeşinin adı Kadir'dir. Dayıları tarafından büyütülmüştür. Celâli, 14 yaşlarında iken. Akkoyunlu Ferahşad Bey'in yaptırdığı meşhur Sünür
Medresesi'nde öğrenim gördü. Burada, bilhassa Hacı Hoca lakabıyla anılan müderristen istifade etti: 


Hazâinin sır sandığın açanın
Vâris-i enbiyâ kadri yücenin
Nesli melek mahi Hacı Hoca'nın
Yoluna baş u can koyanımız var

Okuttu "elifi "dal" a yetirdi
Bizi zenbûr gibi balcı yetirdi
Nice mâlsızları mâla yetirdi
Lâ'li şarâbında gümânımız var

Okuuıı tefsiri hem ilm-i âlet
Yetişdi dersimiz buldu nihayet
Dersini ebcetlendi durdu hitabet
Bulak başlarında kalanımız var 

On yedi yaşında icazetname aldı. Tekrar köyüne döndü. Annesinden kendisine kalan miras hissesini istediyse de, dayısı ona rutubetli bir "merek" (saman ve tahıl anban), kıraç bir tarla ve küçük bir bostan verdi.

Celâli, yokluk içinde geçimini sürdürmeye çalışırken, on dokuz yaşındayken köyünden evlendiği hanımını kaybetti. 

Kundakta bir de oğlan çocuğu kalmıştı. Şair, hanımı için yazdığı ağıtta, ona olan sevgisi yanında yokluk içinde geçirdikleri günleri de dile getirir: 

Götür 

Ev bark etmek için tenli mereği
Düzüp koşmak için tepir eleği
Şu gavdan yaptığın tecir tereği
Divân-ı Bâri'ye yâdigâr götür

Elinle ördüğün çöp çorabını
Kahân eylediğin kelem bağını
Gabal biçtiğimiz sap orağını
O ulu Tanrı'ya armağan götür

Yetim gömleğini diken iğneyi
Her gün yal verdiğin topal ineği
Ayran topladığın o ak küleği
Mahşer yığnağına sakla sar götür

Üç god arpa beş god çavdar ekerdik
Kesmük ekmeğine hasret çekerdik
Nâmertlere ağu merde şekerdik
Sözünü tekrar et iftihar götür

Ele kısmet balsa bize kısmet pay "taş"tı
Yokluktan derdimiz deriden aştı
Açlıkta uğraşmak hayli savaştı
Çektiğin mihnetten âh u zâr götür

Yetim bırakmıştın emzik vaktında
Gamınla kardeştik gençlik çağında
Bir bağ becertmedin vuslat hâlında
Gönül yaraların hep berât götür

De ki kâdir Mevlâ'm bize ilişme
Dünyâda sızlayan çıbanı deşme
Celâlî Baba'dan sorma söyleşme
Bu dertli çobandan bir selâm götür 


Celâli, küçük çocuğunu kayın validesine bırakarak, Bayburt, Erzincan ve Elazığ yörelerini dolaştı. Pek çok şairle tanıştı. Bu ilk gezisinden sonra köyüne döndü.
Bayburt Merkez bucağı Hindi köyünden Leyla adında bir hanımla evlendi. Leyla dan Bahri adında bir oğlu oldu. Şiirlerinde eşi Leyla'dan ve kövü Hindi'den söz eder: 


Leylâ 

Hüblar yığnak etmiş aşk dîvânında
Karyeler kadrini kıymet ederler
Bir nazm-ı gazelde Hindi sânında
Ehl'i ask olana minnet ederler

Celâli bu tarih taşı Hindinin
Hind'e bedel her kumaşı Hindinin
Konağı aşçısı aşı Hindinin
Cennette Rıdvan'ı hayran ederler

Ne dedim darıldın gözlerim nuru
Bugünkü sitemin dünden ziyâde
Çektin asumandan delilin topunu
Dehr ü zamanımda günden ziyâde

Çekmiş gam kervanın yük tutmuş
Leylâ Gözüne aldırmış pek ırakları
Vardım ki oturmuş hicran köşküne
Dağıtmış başından lıep çırakları

Bir söze aldattı şeydâyı
Leylâ Yedi yıl bekletti sahrayı
Leylâ Bilmezdi Celâli Leylâ'yı
Leylâ Sevdadır kaynatan bu nifakları 


Celâli, 1915 yılında köyünde vefat etmiştir. Kabri. Bayburt'tan Tahsını'ya giden yolun kuze yindedir.Celâli'nin hayatıyla ilgili bilgilerimiz bundan ibarettir.
Şairliği:
Celâli badeli âşıklardandır. On dört yaşında çobanlık yaparken, bir kaya dibinde uyuklamış, rüyasında bir pir gelerek bileğine bilezik takmış ve ona Celâli
mahlasını vermiştir. Ahmed, bundan sonra Celâlî mahlasıyla şiirler söylemeye başlamıştır.
Rivayete göre, onun söylediği ilk şiir şudur: 



Hocam
Bir peri aşkından divane oldum
Çağladı göz yaşım akıyor Hocam.
Erenler şahından bir name aldım
Dilim ezber etmiş okuyor hocam.

Pir destinden nuş eyledim bu ab-ı
Anda açılmıştı aşkın kitabı
Yegan yegan sor ki verem cevabı
Bugün gam kervanım kalkıyor hocam.


İndim seyreyledim irem düzleri
Kudretinden sürmelenmiş gözleri
Oturmuş bir bölük huri kızları
ibrişimden halı dokuyor hocam 
 

Bir yere cem olmuş kırklar erenler
Her bakışta Arş u Kursi görenler
Devasız dertlere derman verenler
Her biri bir derse bakıyor hocam.

Yaktı Celali’yi bu aşkın narı
Sağ başta durmuş Kırklar’ın piri
İçlerinde gördüm Horasan eri
Hu çekende canlar yakıyor hocam.


EYMÜR KÖYÜNDEN: RAHMETLİ HALİL ALTIN'ın GÜZEL SESİNDEN 'BİR VİDEO'" Oğlu Sinan Altın Paylaştı" 

Celalide bir değişiklik gören yöre halkı tarafından farklı yorumlar dile getirilir. Delirmiş ve yahut bunları bir yerlerden ezber yapıyor diye  eleştiriler yapılır; Buna karşılık kınamayın beni diye alttaki beyti dile getirir.

Kınamayın beni 
Kınamayın beni Hakk’ı sevenler
Rüzgar esmeyince dal ırganır mı?
Külli boş değildir aşka düşenler
Katre düşmeyince sel ırganır mı?

Dil meftun olmazsa 
aşk-ı yarine
Yanar mı pervane Şem’in narına
Ahu zar çekmezse Hak didarına
Uyanıp habından su dolanır mı?

Öle bir Mecnun’um Leyla’ya Billah
Okunur isminde harfi Bismillah
Tutuştu her yanım hasreten lillah
Mevla’yı zikreden kul kınanır mı?
Nice bin alemin Perverdigarı
Mevlam her kuluna vermez bu karı

Celâli, yukarıda belirttiğimiz gibi medrese öğrenimi görmüş bir şairdir. Onun, "Tahsilsiz bir şair yavan pilava benzer" sözü bu bakımdan anlamlıdır. 


Doğaçlama (irticâlî) şiir söylemekte çok yetenekli olan Celâli, hiç saz çalmamış tır. Bunda, aldığı medrese öğreniminin yanında, bağlandığı Nakşibendî tarikatinin de etkisi olduğu düşünülebilir. Ancak, çok sevdiği arkadaşı Mahmut, onun deyişlerini besteleyip okuyarak şöhretinin yayılmasında önemli rol oynamıştır. Şair, onun saz çalmasından memnun olmuş, hatta zaman zaman birlikte seyahat etmişlerdir.
Genç yaşta ölen Mahmut hakkında yazdığı şiirler, Celâlî'nin ona olan sevgisini açıkça göstermektedir: 

Sen haber ver sağlardan 
Zülumat elinden pus aldı dağlar
Mahmut bizim yerle kış mıdır şimdi
Ölen öldü sen haber ver sağlardan
Bilmem hayâl midir düş müdür şimdi

Celâli bülbülü bahçe bârını
Susamı sünbülü ayva nârını
Medrese mescidin çâr divârını
Yıkıp vîrân eden hoş mudur şimdi
Sönmez Celâlî'nin bu aşk atası
Çekilmez badesi kaynamaz aşı
Mahmut gelmez elde değildir başı
Benim ile gam yükünü çatan yok

Gonca Jem açmadan bozuldu bağlar
Bu ne gülsen bu ne bahçe bu ne bâr
Bülbüller çığrışır çeşmi kan ağlar
Bu ne sünbül bu ne lâle bu ne zâr

Mahmut bu gün ustasını değişti
Bizden uğrun uğrun badeler içti
Sefinesi hicran gölüne düştü
Bu ne yağmur bu ne rüzgâr bu ne kar
Bana gam yutturdu zâti ezelden
Aşkın cbccdlcdi çıktı tez elden
Daha ders okumaz nazmı gazelden
Bu ne nâmüs bu ne gayret bu ne ar

Tcrk-i vatan etmiş dönmez ebedî
Dost bağından nâr getirdim yemedi
Bir Allah'a ısmarladık demedi
Bu ne yaran bu ne yoldaş bu ne yâr

Sundu Cclâli'ye bir zehr-i âbı
Bizde garib kaldı aşkın kitabı
Cç harf beş noktadan gördü hesabı
Bu ne geliş bu ne gidiş bu ne kâr





...................................................................................................................................................................................................

Celâli, şiirlerini genellikle hece vezniyle yazmıştır. Aruzla yazdığı az sayıda şiiri de vardır. Celâlî'nin bir divanı olduğu, 1. Dünya Savaşı sırasında Bayburt'un Ruslar tarafından işgali üzerine koylulerince Zile'ye götürüldüğü söylenmekteyse de, günümüze ulaşmamıştır. 1916-1918 arasında yaşanan Bayburt
muhacereti sebebiyle şiirlerinin çoğu kaybolmuştur. Türk-Rus savaşı, Balkan savaşı ve Umumi harbe dair söylediği şiirler de bunlar arasındadır.

Celâlî'nin şiirlerinden, zengin bir dinî-tasavvufî kültüre sahip olduğu anlaşılmaktadır. Mizahî şiirlerinde de oldukça başarılıdır. "Kalos, Batakçı. 

Yemekler ve Güzeller" konusunda söylemiş olduğu destanlar ölümünden sonra
yayılan ve geniş bir çevrede tanınan şiirlerindendir.

İlk hanımını kaybettikten sonra köyünden ayrılan Celâli. Bayburt, Erzincan ve Elazığ havalisini dolaşmış, pek çok şairle tanışmıştır.

Celâli, Hemşehrisi Zihnı'den sonra Bayburt'un yetiştirdiği en ünlü ve yetenekli şairidir. Zihnı'den etkilenmiş, ona nazireler kaleme almıştır.

Celâlî'nin Narmanlı meşhur Aşık Sûmmanî ile tanışması da onun şairlik gücünü ve şöhretini gösteren önemli bir olaydır. Söylentiye göre, Sümmânî Celâlî'nin
şiirlerini duyup beğenmiş, ona bir mektup yazararak altı ay sonra ziyaretine geleceğini söylemiş. 1882 yılında, dediği gün Bayburt'a gelmiş. 

Celâli de aynı gün onu beklemektey-miş. İki şair, bir terzi dükkânında karşılaşmışlar 10. Sûmmanî, Celâlî'nin kulağına şu kıt'ayı okumuş:

Aşkın kervanım düzüp bezersin
Sokakları adım adım düzersin
Neden böyle miskin miskin gezersin
Galiba sarhoşsun Baba Celâli


Celâli de Sümmânî'ye şöyle karşılık vermiş:

Aşkın kervanını düzüp bezettim
Altı ay oldu ki yolun gözetdim
Rüyamda görmüştüm seni benzetdim
Hakikat sadıksın Baba Sümmânî


Sûmmanı'nin şu manzum mektubu, onun Celâli ile münasebetinin daha sonra da devam ettiğini göstermektedir: 

Sümmanî'den selâm 
Hazret-i Kıır'ûn'ı tilâvet ettik
Hamd olsun yetişti hidâyetimiz
Risâlct burcunun babına yeltih
Açıldı ol bâbda dirayetimiz

Gördüm Molla Cami açıldı eser
İlme müştak olan gezer mi serser
Mevlâm imameti kılsın müyesser
Budur leyi û nehâr mûnûcâtımız

Üstadım Hoca'dır himmeti hazır
Muhabbet bahrinde misli lû-nazir
Fârisî ilminde olmuştur vezir
Himmetiyle açtı zekâvetimiz

Hafız Rcşid armağandır adımız
Hurûj-ı imlâdır her kûşâdımız
Huda memur etsin bu mezadımız
Kalmamış gönülde dalâletimiz

Hafız gider isen Bayburt şehrine
İnşallah dalarsın ilmin bahrine
Sümmanî'den selâm "Aşkın nehrine"
Tapşır Celâli ye emânetimiz


Celâli, çevresindeki birçok şairi etkilemiştir. Bu şairlerin başında Bayburtlu Aşık Hicranı
(1908-1959) gelmektedir. Hicrânî'nin Cclâli'ye söylediği nazirelerden iki örnek şudur:

Celali:
Çekmiş gam kervanın yük tutmuş Leylâ
Gözüne aldırmış pek ırakları
Vardım ki oturmuş hicran köşküne
Dağıtmış başından hep çırakları

Mecnûn gözyaşına derya dedikçe
Her katresi birden Mevlâ dedikçe
Sevda çöllerinde Leylâ dedikçe
Arşa direklcnmiş aşk ocakları

Bir söze aldattı şeydâyı Leylâ
Yedi yıl bekletti sahrayı Leylâ
Bilmezdi Celâli Leylâ'yı Leylâ
Sevdadır kaynatan bu nifakları

Hicrânî:
Vardım dost bağına el çekmiş bağban
Dolanmış bülbülün dert ortakları
Ah çeker sünbüllcr çiçekler vîrâıı
Har ile horlanmış gül budakları

Düşünüp cânânı getirdim yada
Dostum geldi diye vermedi şada
Kırıylıp kaseler döküldü bade
Köşe bucak olmuş el tabakları

Baykuşlar oturmuş hicran köşküne
O dilber bakmadı garip düşküne
Eğilip yüz sürdüm yâr eşiğine
Belki değmiş ola gül ayakları

Bad-ı sabâ götür o Leylâ yara
Köşesinde otur kalbini ara
Sor ki meyil verdi bizden ağyara
Nasıl gördün söyle bu ilhakları

Hicrânî'ycm duydum yaman hallann
Yedi yıl gözledim Halep yolların
Dağıt kalbindeki kıyl u hâllerin
Günbegün artmakla bu merakları

Hicrânî:
Tellal olup gezse kahraman-ı aşk
Ağırdır mctaım satamaz hurda
Altın kantar gümüş çengel takılsa
Cebel-i Lokum var tartamaz burada

Kerem kıl sevdiğim peçeyi kaldır
Bilinmez kıymetin sarrafın boldur
Karanfil aşlasan derler çalıdır
Çürütür toprağı tutamaz hurda

Hakikat yolunu nasa dünyada
Müstakim babından göstersin yada
Konup gül dalına versem hop şada
Derler ki Hicrânî ötemez hurda 


Sümmanî'den selâm 


Tarikatı:
Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu, Celâlî'yi Bektaşî mensubu gösterdikten başka, gençliğinde ulemâ sınıfı tarafından Kızılbaşlıkla itham edildiğini de söylüyor.
Abdulbaki Golpınarlı da onu Bektaşî şairleri arasında değerlendirir. Fahrettin Saltkan, mahalli araştırmalarına dayanarak bu görüşü reddeder. Hikmet Dizdaroğlu de onun kesinlikle Alevî veya Bektaşî olamayacağını belirtir. Sadettin Nüzhet
ise, Şâh-ı merdândan ve Horasan erenlerinden söz eden şiirlerinden hareketle, onun, bir tarikate. muhtemelen Kadirîliğe mensup bir şair olabileceğini düşünür.

Araştırmacıları bu konuda yanıltan bir husus, şairin "Baba" lakabıyla anılmasıdır. Celâli ile Sûm-mânî'nin birbirlerine Celâli Baba, Sûmmânî Baba şeklinde hitap etmeleri, bu "Baba" kelimesinin tarikat kültüründen ziyade, mahalli bir hürmet ifadesi olarak kullanıldığını göstermektedir. 


Şair, bir şiirinde bundan rahatsız olduğunu belirtir: 

Bir kuru dâvada olmuşsun sebâ
Geceler subha dek çalarsın hebâ
Şöhreti dillerde Celâli Baba
Bu ad bize bühtan olsa gerekdir 


Halbuki, Celâlî'nin Nakşibendî tarikatinc bağlı olduğu uzun zamandan beri bilinmektedir.-
Celâlî'nin tarikate intisabı şu şekilde olmuştur :Nakşibendi şeyhi Muhammed Beşir Erzincan!,yanında bir grup dervişi ile birlikte Tahsım'ya gelmiştir.*
Bunlar arasında, Muhammed Beşir Efen-di'den sonra yerine geçen Dede Paşa Hazretleri de bulunmaktadır. O, Celâlî'nin intisabını şöyle anlatır:

"Hazret-i Pir, Tahsını'yı teşrife karar verince birkaç ihvandan ibaret bir kafileyle refakat etmeye başladık. Yolda, ne hikmetse, Hazret-i Pir'in atı bir türlü yürümedi... Gençlik âlemi, tüfek ata olan merakını sebebiyle o zaman kırmızı altın liraya aldığım o havalide bir eşi daha bulunmayan cins atımı hemen
takdim ederek, nefsim de yürümemekte ısrar eden ata bindim. Ne hikmetse Hazret-i Pir'in altında yürümeyen bu at, inadı bırakarak onu takibe başladı... Tahsını'da büyük bir alâka ile karşılandık... 

Çok kimseler el ve himmet aldılar. Bu esnada, Celâli de ziyarete geldi. Mecliste beş dakika kadar sükût hâli hâsıl oldu.
Hazret-i Pir ile Celâlî'nin ikisi de murakabeye vardılar... Bir müddet sonra Hazret-i Pir:

-Celâli, bizden el alsan iyi olur., diye buyurun-ca, Celâli iftiharla:

-Ben el almışam, karşılığını verdi. Sabahleyin, Celâlî'nin tepetaklak düşüp hastalandığını işittik ve bir müddet sonra Tahsını'dan ayrıldık.
Aradan kırk gün kadar bir müddet geçtikten sonra, Celâlî'den bir mektup alan Hazret-i Pir: Dede, haydi Tahsını'ya dönüyoruz buyurmuş ve sür'atle hazırlanıp acele ile köy meydanına ulaştığımızda, 

Celâli:
Durun üftâdeler istikbâline
Velayet tahtının sultânı geldi
Dest uzadın lâl-i lebin balına
"Ledıınni" ilminin irfânı geldi

Habib-i Kibriya'nındır bu dergâh
Kâsem olsun inan vallahi billâh
Neden münkir olalım Allah Allah
Sultân-ı enbiyâ vârisi geldi


diye başlayıp devam eden; göz ve gönül perdelerinin kaldırılması üzerine açıkça görmeye başladığı velayet kemâllerini nazmeden meşhur şiirini irticalen okumuş
ve bu büyük mürşide bağlanarak o gün manevî nimetine ulaşmıştır...

Celâli, ani hastalığında, kırk gün yiyip içmeden yatmış, vücûdu eriyip ufalmış, yakınları ümidi keserek cenaze hazırlığına başlamışlar... Kırkıncı günü birdenbire doğrularak:

Beşir Efendi Hazretlerinden haberiniz var mı? Bana kalem kâğıt getirin diye iç yakıcı bir mektup vazarak özel olarak Hazret-i Pîr'e göndermiş ve hastalığını
şöyle anlatmıştır:

Kırk gündür beni azaba tuttular... Yiyip içmeme, konuşma ve hareketime mâni olmalarında ayrı, her gece önüme bir çuval dolusu dan koyarak, Haydi bunu say" diye zorlarlar, yüzbinlerce küçük daneyi sayarken yaptığım bir yanlış üzerine de yeniden "Haydi bunu say" diye karşı konması imkansız bir azap ve çileyi tekrar edip dururlardı..."

Celâli. Beşir Efendi Hazretlerinin manen tecellisine kadar bu tarifsiz azabın devam ettiğini belirterek Hazret-i Pir'in eliyle işaret edip "kalk. kalk"
demesiyle de hiç rahatsızlık çekmemişim gibi, bu acaib hastalık geldiği şekilde, yine birden bire zayi' oluvermiştir...


Dede Paşa Hazretleri, sohbetinin devamında; Hızır Aleyhisselâm'la her gün konuşan bir zatın bile mûrşitsiz kemâle kavuşamayacağı ifade eder ve ir-şad etme selâhiyetinin, Kur'an, ilim, Hızır, melek veya başka bir vasıtada bulunmadığını, bu yüce vazifenin ancak ve ancak mürşitlerin kân olduğunu, sadece velayet kemâli'nin ve veraset şerefinin bu işin tek Lokmanı bulunduğunu ifade ile başka türlü konuşanların hepsinin de aldanmış ve yanılmış kimseler olduklarım;

Zahirde, şeriat ve sünneti ikmal edenlere bir mürşidin manen sahip olup irşâd etme selâhiyet-lerini kullanmak sureliyle kemâle ulaştırdıklarını, böylece irşâd olanlara Ûveysi denildiğini belirterek istisnasız her hâl ve şartta:


"Mûrşitsiz müşkil hallolmaz..." buyurup Eşrefoğlu Rumi hazretlerinin şu beytini
okumuştur:


Gör ol şeyhsiz gidenleri
Kimi mülhid kimi dehrî
Olma Cebrî yâ kaderi
Zinhar şeyhe eriş şeyhe

Şeyhi:
Celâli bir müddet daha yaşasaydı, çok yüksek makamlara ulaşabilirdi, demiştir. 

'Celâlî' mahlasını verir. Bundan sonra şiirlerini 'Celâlî' mahlasıyla söyler.
Celâlî'nin hece veznini aruzdan daha başarılı kulandığı görülür.

Bugüne kadar 135 şiiri tesbit edilmiş ve kayıtlara geçirildi ... 

Safa Geldin
Suna hangi bağın ayva narısan
Bahçeler rümmanı sen sefa geldin
Bendeki bülbülün gül ensarısan
Gülümün gülşeni sen sefa geldin

Revan ehli misen Nevcivanlı mı
Karabağlı mısan Dağıstanlı mı
Semerkant, Kandehar, Bedihşanlı mı.?
Gürcistan reyhanı sen sefa geldin.

Bir hab-ı gaflette üçler yediler
Seni bana hekim cerrah dediler
Yarem göz göz olmuş bir tabip diler
Derdimin dermanı sen sefa geldin

Üç harf beş noktadan aldık hesabı
Seni bana yazmış ecel kitabı
Şimden gerü kaldır yüzden nikabı
Hanemin erkanı sen sefa geldin.

Bâdeler nûş etmiş ehl-i dîlem ben
Şat, Fırat, Ceyhun'em nehr-i Nil'em ben
Kimse bilmez ne revnakta gülem ben
Bağımın bağbanı sen sefa geldin

Sakla Celâlî'yi cevher taş gibi
Altın tasta od görmemiş aş gibi
Parmağında hatem yüzük kaş gibi
Canımın kurbanı sen sefa geldin
***  
Ne gerek
Hüsnün pertevinde bir peri gözler
Ne görmüş, ne görür, ne görse gerek
Mevlâ'm bir kuluna böyle güzellik
Ne vermiş, ne verir, ne verse gerek

Bülbülüm arzum var gonca feminde
Feryâdım artıyor seher deminde
Minnet ki aşkının âhı zeminde
Ne durmuş, ne durur, ne dursa gerek

Vasfından âcizdir Celâlî şeydâ
O kadar övmüş ki yaradan Hûda
Cemâli resminde bir beytî binâ
Ne kurmuş, ne kurur, ne kursa gerek 
***  
Yok 
Âh elinden yandı cesette cânım
Bu ne derttir buna bir el katan yok ?
Hicrân oku değdi döküldü kanım
Zevrâkımız aşk gölüne atan yok ?

Geçti geçen günüm ağlı karalı
İtirmişim hân bakışlı maralı
Yâd avcı elinden gitti yaralı
Tezmiş dağdan dağa varıp tutan yok ?

Şâhin pervâz edüp çıktı elimden
Şöhret Zülfikâr'ı düştü belimden
Şat gözümden aksa Fırat dilimden
Elim elmas dökse alıp satan yok ?

Soldu mor menekşe hep bahçe bârım
Baykuş tek virânda nâle-i zârım
Vücûdumda üç yüz altmış damarım
Uyandı kan ağlar durup bakan yok ?

Sönmez Celâlî'nin bu aşk ateşi
Çekilmez bâdesi kaynamaz aşı
Mahmûd gelmez elde değildir başı
Benim ile gam yükünü çatan yok ? 


Halk şairimiz Celâlî Baba da devriye yazanlar kervanına katılmıştır.

İdim (Celali)
Kâf ü Nûn'u kalem defter açmadan
Ben Şâh-ı server'in nûrunda idim
"Enelhakk" noktası levhe düşmeden
On iki perdenin birinde idim

Bir zaman eylendim nûr-u Necef'te
Diyâr-ı ademde Ha ile Kaf'ta
"Elest" hitâbında evvelki safta
Üç harf beş noktanın birinde idim

Rûhlar aşk meyinden bâde süzende
Halk-ı âlem alayların düzende
Kimi illâ kimi lâ da gezende
Hazret-i Âdem'in serinde idim

Bulak başlarını bekledim durdum
Ben Halilullâh'ın nârını gördüm
Nûh ile beraber tûfâna girdim
Mûsa Kelimullâh Tûr'unda idim

Bir virân bahçede bir gül açıldım
Ne derildim, ne yendim, ne içildim
Kırk bardaktan, yedi daldan seçildim
Celâlî bu bâbda derinde idim


BENİ GETİRDİLER DİVAN AŞKINA

BENİ GETİRDİLER DİVAN AŞKINA
BİR ŞAH-I HÜBANA KULSUN DEDİLER.
DOĞRU GÖNDERDİLER MEYDAN-I AŞKA
VERİN SEVDİĞİNİ ALSIN DEDİLER.

KIYMAK İSTER AŞIKININ CANINA
RAKİBLER BİRİKMİŞ DOSTUN YANINA
GÜŞERMİ SEVDİĞİM GÜZEL ŞANINA
KÜŞADE GÜLLERİ SOLSUN DEDİLER

GÖNÜL MÜRGÜ HER DEM FİRKATTE
BUGÜN HEP AŞIKLAR-İ ÜLFETTE
YAR İLE BİRLİKTE ZEVK-İ SOHBETTE
ZİHNİ MUAMMAYI BULSUN DEDİLER


Ağlar
Göçümü kaldırdım yurttan
Gelen ağlar geçen ağlar
Elbet bir devâsız dertten
Dolan göz bir zaman ağlar

Telli turnam kalktı çölden
Yeşil başlı sunam gölden
Kuzusun alsalar elden
Hayvan iken ceylan ağlar

Neylerim gülşende gülü
Menekşe susam sünbülü
Uçurdum Hamdi bülbülü
Onunçün gözler kan ağlar

Hani benim nevcivânım
Cânândan ayrıldı cânım
İlik damar çeker kanım
Aman Allah aman ağlar

Celâlî bülbülün zârı
Bizi ağlatma gel bâri
Hâfız'ın hıfz-ı tekrârı
Durmuş Hakk'a dîvân


Ey Bâd-ı Sabâ
Ey bâd-ı sabâ hâb-ı nâzından yâri git uyandır
El bağla divan dur Sâki demeden sen bâde dolandır
İçtikçe ver usandır Hâl-i perişânımı sabâ dildârıma söyle
Hünkârıma söyle Hâk-i pâyinden ricâ eyle kandır

Kasem et inandır Senden söz sormayınca ol sen cevap verme
Söz söze katma Terk-i edeb olma sakın el-aman dur
Bir hayli zaman dur Her ne bâzâr ihsan ederse al getir açma
Gayri karışma Deme bunun sonu kavga kandır

Yahşı yamandır Âşık olanın çeşmi kan ağlar döker yaşlar
Halk anı taşlar Vaslı murâd olur âhir ol gümândır Ehl-i imândır
Sûfî benim arkam dönünce ta'n taşın atma Hem alıp satma
Gerçi bu Celâlî harâb ehli şuarâdır Amma dervişândır »


Burda
Karadeniz olsa âşıkın aşkı
Yüksektir yaylamız coşamaz burda
Bir yiğit ne kadar kahraman olsa
Karlı dağlar vardır aşamaz burda

Lutf eyle sevdiğim sana yazıktır
Sen bir dilbersin ki menendin yoktur
Bâr veren ağacı ırlayan çoktur
Keserler kökünden yaşamaz burda

Gedânın vârisi beylerdir dersem
Cenneti hacıya hocaya versem
Yolun doğrusunu nâsa göstersem
Derler ki Celâlî yaşamaz burda »


Nâmem
Nâme seni sevdiğime gönderem
Âh elinden karalı git ağlı git
Göz yaşından kalem çektim imlâya
Yürek pâre pâre ciğer dağlı git

Nâme sen gidince şâh divânına
Bârekallah oku yârin şânına
İki elin bûs et düş dâmânına
Boynun bırak kolun biri bağlı git

Devâsız derdimin odur merhemi
Gün-be-gün artıyor hasret veremi
Desin Celâlî de gözler göre mi
Gama pervâneli gam şıralı git Şair :

***
Dağlar
Karşı yatan ulu dağlar
Kar tutar bellerin senin
Yazın kışın belli olmaz
Sert eser yellerin senin

Suyun bir kumsaldan kaynar
İner düz ovayı boylar
Şarıl şarıl akar çağlar
Serindir sellerin senin

Çiğdemin menekşen kokar
Güzeller göğsüne takar
İçinde sunalar oynar
Derindir göllerin senin

Ovanda ekin ekerler
Yaylanda sürü güderler
Hayır hasenat ederler
Büyüktür beylerin senin
*** 
Zat'ın biri kendisini tuzağına düşürerek haksız yere darp etmesi sonucu  canı yanan Celali o acıyla intizar eder

Kırılsın ellerin senin 
Dağın çiçekle dolmasın
Umarım yaylan olmasın
Yad ilden avcı gelmesin
Bağlansın yolların senin

Celâlî der tuzak kurdun
Pusularda sindin durdun
Yahşı yerden yaman vurdun
Kırılsın ellerin senin

***
Celâlî bülbülün zârı
Bizi ağlatma gel bâri
Hâfız'ın hıfz-ı tekrârı
Durmuş Hakk'a dîvân

***
Hüner olsa
Kişi ehl-i hüner olsa hünerin bir zaman demez
Her olur olmaza destin uzatıp el-aman demez
Vîrân bâğında dilbere kemân ebrû demez
Gedâ vü bayı hoş görüp bu yahşı bu yaman demez »

*** 
Rivayete göre. Celâlî'nin söylediği son şiir şudur: 

Bugün Celâli'ye gel ha gel oldu 
Nedir bu sevdalar serde ilâhî
Ben yanarım ağlayanım el oldu
Hicran döşeğinde müşkil hâlim var
Ağlamaktan dîdelerim kan oldu

Kavim kardeş yüz çevirdi yanımdan
Daha sormaz oldu ad u şanımdan
O kadar usandım tatlı canımdan
Her bir günüm bana birer yıl oldu

Sâk'ı son camından verdi zülâlım
Kazındı deflerim doldu zevalim
Gelsin o vefasız helâllaşalım
Bugün Celâli'ye gel ha gel oldu


Bayburtlu Celali
Eklenme: 02-07-2010
tarz: Celali Baba Hayatı
Yazan: KOCA IHVAN
Hit: 39357 


SAĞ TIKLAMA YOK

Hiç yorum yok: