3 Aralık 2011 Cumartesi

BAYBURTLU ZİHNİ



:)

Bayburt'un Manevi Önderler


Bayburtlu şair Zihni  

Zihni, Bayburt'un orta halli bir ailesine mensuptur. Babası Hacı Osman efendinin ilmiyeden olduğu tahmin ediliyor.
Şairin asıl ismi Mehmet Emin olduğu ancak rüyasında kendisine Zihni diye hitap edilmesin den sonra Zihni adını taşıdığı belirtilmektedir.


Bayburtlu Zihninin Kırkpınar köyünde arazisinin olduğu oğlu Ahmet Revayinin üzerine kayıtların olduğu tespit edilmektedir.

Bayburtlu Zihni
16 yaşına kadar Bayburt daki
medreselerde tahsil görmüş
13 yaşında Kuran-ı Kerimi hıfzetmiş arapçası mükemmeldir. 
Bayburt medreselerinden başlattığı tahsilini Trabzon ve Erzurum medreselerinde tamamlayıp' 19 yaşında iken, 1816 (H. 1232)de istanbula gelmiştir. 1221-22'den başlayarak ömrünün son yıllarına kadar bir çok yerde memurluk hızmetiyle ömrü geçmiştir. Bazı devlet büyüklerine sunduğu kasideler sayesinde Divan-ı Hümayun kalemine katip olmuş 

Zihni divan'ını H
.1255(1839)de tertib ederek bab-ı Ali'ye sunması dolayısıyle Hocalık rütbesini almıştır. bu tarihte tertib ettiği, basılı divanındaki bir gazel-inin

Bula bu söz ve sazım dehride şehirler ey Zihni
Ola yek nusha-i aşkım bu ney 


Divanıma tarih Makda divanına kaydetmiştir. Aynı divanın sonundaki
Ezel te'lifinin yek nusha-i aşkım
Bu tebyizin dahi oldı tamamı sal-i (sağarda)

Basılı Divanı'nın
1270 (1853- 941) bütünü temize çekilmiştir 10 yıl sonra tekrar Bayburt'a dönmüştür.
Anabiritanika da diğer kaynakların aksine Hopa , Of, Karaağaç, Ünye, Sürmene, Vakfıkebir ilçelerinde nahiye müdürlüğü yaptığı yazılıysa da doğrusu mal müdürlüğü olsa gerektir. 1828 -1829 Rus işgalinden sonra Erzurum a gidip Mora lı Devriş Paşanın ve Erzurum Valileri; Rauf , Galip ve Eğinli Salih Paşalarla haznedar zade Osman Paşanın katipliklerini yapmıştır.
Tekrar İstanbul'a gidip Çanakkale Muhafızı Vasıf Paşaya mektupcu olmuş ve 
1838 de Hacca gitmiştir. Hacdan geri dönüşünde Sultan Abdül Mecid-i bir culisiye ile tebrik etmiş ve Divanını 1839 da Baba Aliye takdim etmesi üzerine Hocalık rütbesi ile taltif edilmiştir.

Gözlüklü Reşit Paşanın Divan Katibi olarak donanmayla Akka ya gitmiş oradan Mısıra geçip tekrar İstanbul a dönmüştür.
Daha sonra Hopa ve Of mal müdürlüklerine tayin edilmiş,sonra sırasıyla Ünye, Karacaağaç, Sürmene, Vakfıkebir ve yine Ünye de mal müdürlüğü yapmıştır. Ünye de mal müdürlüğü görevinden istifa edip Trabzon'a dönmüş niyeti Bayburta gitmekti. Maçka yakınlarında
1859 yılında vefat etti. Vefat ettiği köyün ismi Bahçekayadır.

Oğlu Revayi babasının Divanını bastırmış Sergüzestname'yi ise çoğaltarak dağıtmıştır. Zihninin mezarı
1936 yılında eski Trabzon Erzurum Yol üzerindeki imaret tepesinde kendi adına yapılan türbeye,kemikleri bir sandukayla getirilerek nakledilmiştir

Kaynak ,Bayburt Valiliği


Zihni'nin Eserleri

Şair Zihni “Divan”ında Bayburt’un kültür manzarasını şöyle tasvir eder:

Aşina-yı hakayik mecazdır Bayburt
Neşr-ü tahsilde Mısr-i hicazdır Bayburt

Bayburt manileri ve Erzurum’la irtibatlı olanlar bu coğrafyadaki halk kültürü bütünlüğünün diğer örnekleridir. Bayburtlunun ferdi psikolojisi sevgi yumağıdır, bakınız;

Bayburt’un kalesiyem
Açılmış Lalesiyem,
Bayburt’ta bir yar sevdim.
Ben onun kölesiyem.

"Bayburtlu Zihni hem klasik Divan şiiri ve hem de halk şiiri tarzında eser vermiş olan bir büyük şairdir. İstanbul’a gitmiş, diğer büyük şehirlerde bulunmuş ancak Bayburt’tan hiç kopmamıştır. Edebi halk kültürüyle temasını hiç kesmemiştir.

Sabavet vaktinde on dört yaşında
Vatanımdan cüda düşürdü felek!

Orta halli bir Bayburtlu ailenin çocuğu olan Zihni, on altı yaşına Bayburt Medreselerinde zamanın bilgilerini kazanmıştır. Önce Trabzon, sonra İstanbul’a ulaşan yolu, on sekiz yıl Zihni’yi burada yaşatmıştır. İstanbul’da ve tahrirat müdürlüğü vazifesiyle gittiği bazı şehirlerde yıllar geçmiştir. On sekiz yıl sonra Bayburt’a gelen şair bakınız ne diyor:

Diyar-i gurbette on sekiz sene
Çok cefalar verdim bu nazik tene

Mevlam izin verdi geldik vatana

Beyhude yolundan şaşırttın felek!...

1244 Rus İstilası; Erzurum ve Bayburt’un düşmesi sonucunu verir. Halk arasında uyanan bir mukavemet hareketi neticesinde; Hart Ovası’ndaki bataklıklardan istifade ile düşman çekilmeye mecbur edilmiştir. İşte Zihni meşhur Hart Destanında bu kahramanlığı anlatır.
Zihni, Trabzon ve tekrar İstanbul görevlerinden sonra 1838 yılında Haca gitti. Çok dindar olan şairin samimi duygularını bir nat’ının mısralarında görüyoruz:

“Görenler zanneder ya Rab hatadan içtinabım var,
Demezler her nefesde bin günahı irtikâbım var!
İlahi! Ruz-ü şeb nefsimle el bir eyleyüp yazdım,
Kara yazu ile devran elinde bir kitabım var!"

(Görenler hatadan sakındığımı zanneder ya rab. (veya sakındığım)
Her nefesde kötü bir iş yaptığımı söylemezler
Gece gündüz nefsimle bir olup yazdım İlahi
Dünyada kara yazı ile yazılmış bir kitabım var.)


Dönüşünde Mısır’a uğradı. Burada tarihi eserlere kitabeler yazdı, tarihler düşürdü. Dört yıl sonra II. Sultan Mecid’in cülusunda İstanbul’a döndü. Tanzimat Fermanını büyük bir sevinç ve memnuniyet ile karşıladı.

Zihni; sırasıyla Akdağ sonra Erzurum’da görevlendiriliyor. 1840
yılında tekrar İstanbul’a geliyor.
Akka Harbi’nde donanma kumandanlarından Reşit Paşa’nın maiyetinde divan kâtibidir. Donanma ile İstanbul’a döner. Bir süre sonra Hopa’ya müdür tayin edilir. Buradaki hırsız, halkı soyan vali ve memurları ile yaptığı mücadeleyi kaybeder ve bu defa Karaağaç müdürü olur.

“Kaderin hali değil mi oğlum!
Pederin hali değil mi oğlum!

Seni gamda beni gurbette kodu,
Seni hasret beni firkatte kodu.

Karaağaç nerede Bayburt nerede!
Abı dane nerede, yurt nerede!.”


şeytandan borç alıp, gündüzleri bin türlü fitne çıkaran” nüfus müdürüyle takıştı. Sancak valisi Kör Galip Paşa da şaire göre aynı yaratılıştaydı. Hicvin okları Paşa'ya da değmeye başlayınca, Zihnî kendini önce İstanbul'da, sonra Kırkağaç'da buldu.

Zihnî, Kırkağaç'ta da hicivleriyle hırpalayacak birilerini bulmakta gecikmedi. Mümin Ağa adlı birinin halka ettiği kötülükler şairimizi çok kızdırdı:


"Katliâm eylemeğe şâyandır
Asra zîrâ ki Hülagü Han'dır

Hele bu asırda yoktur dengi
Alemin hasılı, Timurleng'i

Dinlemez kimsenin emrin zâtı
Emr-i şâhenşeh-i Tanzimat'ı


Zihnî'yi öfkelendirenlerden biri de Kırkağaç kadısıydı. Dersini henüz "amme" cüzüne kadar öğrenmiş bu cahil adam, şairimize göre, elde rüşvet kemiği, sürekli emmekteydi. Doğal olarak ona da sataşmadan duramazdı.

“Kapması rüşveti arslan gibidir,
Salması, pençeli kaplan gibidir”


Kırkağaç'ta Zihnî'nin hicivlerinden kaymakam da nasibini aldı ve şairimiz yine İstanbul' da buldu kendini.

Yarılıp dudağı geçti dişine,
Hele seyret feleğin cümbüşüne”


Zihni zaman zama farklı hicivleriylede dikkat çekmiştir.
Bir kış mevsiminde tipi'de yolunu kaybederlerken artık önlerini dahi göremez duruma düşerler. yolu kaybederler, ölmek üzere oldukları bir anda köpek sesi duyar ve yakında bir köyün olduğunu ve kurtulma ümidi ile ses geldiği yöne giderek o köye vararak donmaktan kurtulurlar. İşte şair köyde şu beyti söylemiş

"Şiddet-i berd-i şitadan şenliği gördükçe kalb
Hoş gelür bülbül sedasından a'na avazi-ı Kelb"


(Şiddetli Kışta, hayat belirince; kalbim heyecanlandı.
Köpek öyle bir havladı'ki, bana bülbül sesinden hoş geldi.)


Yeni bir vazife ile Of’a tayin olur. Burada da aynı sosyal çöküntünün; cahil, yetersiz kadrolar eliyle
nasıl bir halka zulme döndüğünü gören Zihni, ne yazık ki Of’taki vazifesinden azlonulur ve çok büyük bir elem duyar.

Of Of’dan azlolup kaldım kuru ferayede of!
On bir aydır gitti mahsulü maaşim bade of!


Of’tan ayrıldıktan sonra Bayburt’a gelir ve yeni görev yeri olan Erzurum’a gider. Burada vali ve defterda aradığı güzel hasletleri bulmuştur. Erzurum da geçen güzel günlerini Erzurum redifli gazelinde dile getirmiştir. Zihni bir sene sonra yani bir vazife ile Erzincan’a gidiyor. Ancak burada gördüğü, işittiği zulümler sebebiyle ağır hicivler yazıyor ve sonra Erzincan’dan ayrılıyor. 1854 sıralarında Trabzon’a geliyor. Şehrin; ilim, san’at havası içinde üç seneden fazla kalıyor.
Tanzimat Fermanının maddelerine hayran ve bağlı olan şair Zihni artık ihtiyarlamıştır. Hayatın acı gerçekleri O’nu güzel heyecanlarını törpülemiş ve yıkmıştır. Ömrünün son günlerinde Bayburt’a dönmek arzusuyla yola çıkar. Ne yazık ki ata ocağına kavuşmak nassib olmaz. Trabzon –Bayburt dağ yolu üzerindeki Ulasa Köyünde rahatsızlanır ve orada son nefesini verip dünyadan ayrılır.

Cihanda çok yaşadık, bilmedik bu yanda ne var?
Ölüm geleydi gidek, bir görek o yanda ne var!


Diyen şair; geride nadide eserler bırakmıştır. Size inanç ve iman sahibi Bayburt’un yetiştirdiği bu büyük şair ve idarecinin günümüze de ışık tutan fazilet mücadelesiyle geçen hayat hikâyesini sundum. Mekânı cennet olsun!"

Alıntı Bayburt postası: Agah oktay GÜNER



Vardımki

Vardım ki yurdumdan ayak göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı

Hangı dağda bulsam ben o merali
Hangı yerde görsem çeşm-i gazal
Avcılardan kaçmış ceylan misali
Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı

Laleyi sümbülü gülü har almış
Zevk u şavk ehlini ah ü zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı

Zihni dert elinden her zaman ağlar
Sordum ki bağ ağlar bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı

***

Çiftlikte kalmamış sığırla manda
Mer'adan kaldrmış kurtlar sığırla buzağı
Kurnalar boşanmış yıkık hamamda
Ustalar toplamış tası tarağı !

Dışımız kalaylı içimiz tav'sız,
Ateş dedikleri yanarmı kav'sız
Türkün adını sen yazma vav'sız
Tatlısız yenilmez dilber dudağı

Yelkenin kopuşu direkten değil
kayığın batışı kürekten değil
Ah eden çok amma yürekten değil
Virane ülkenin akar saçağı

Nargüle misaliçok etme gurur
istanbul türkçesi değildir Uygur
Pirincin yerini tutarmı bulgur
kavun olurmu hiç çerkez kabağı

Şairin Kalemi değilse olgun
Her kafiye böyle düşermi dolgun
Zannetme sevgilim bu dehr'i dunun
Tavşan bıyığını kuzu kulağı


BAYBURD

Sümbülü yok gülü yok andelibi var amma
Ahd-i gülşende şehr-i Şiraz’dır Bayburd
İlm ü edyanın olur anda fululu icra
Nısfı serma ise de nısfı da yazdır Bayburd

Bir kılı kırk yarar Oslu gibi alimi var
İlm ü tefsirle hilkat-tirazdır :Bayburd
Ulemasındaki Zihni vera’i zühd ü salah
Belde-i sairede azdan azdır Bayburd

Ey saba canane dedin mi dedim; dedim dedi
Düştüğüm efgane dedin mi dedim; dedim dedi
Hasretinden hasta dil gurbette naçar olduğum
Yandığım hicrane dedin mi dedim; dedim dedi

Yandığım hicrane dedin mi dedim; dedim dedi
Takrığım gerdane zencir-i cünün-i aşk ben
Gezdiğim divane dedin mi; dedim dedi
Arz-ı hale cür’etim yok azm-ı raha takatim

Arz-ı hale cür’etim yok azm-ı raha takatim
Ol şeh-i hubana dedin mi dedim; dedim dedi
Gör ne ferman eyledi Dara-yı mülk-i hüsn ü an
Zihni-i nalana dedin mi dedim; dedim dedi

Adem’e bir ma’nide gülzar-ı cennettir vatan
Abı kevser haki kimya-yı sa’adettir vatan
Sattı kasrı zer-nitaka bu mar viraneyi
Bildiler halvet-sera-yı şah-ı ülfettir vatan

Her deminde tazeler bezm-i elest peymanesin
Neş’e-bahş-i alem-i ahd-ı muhabbettir vatan
Kars-ı Cem’dir pisteri har olsa balin-i hacer
Başka hab u başka rahat başka halettir vatan

Zihni olsan malik-i Mısr-ı hazain sud yok
Mülk-i la-yefna bir kenz-i kana’attır vatan


Selâm Söyle O Yâra

Bâd-ı sabâ selâm söyle o yâra
Ya gelsin ya gidek o diyara biz
Kâtip, arzıhâlim yaz ki canana
Ayrılalı düştük ah ü zâra biz

Kâtip, arzıhâlim arşa dayandı
Can gurbette hasret nârına yandı
Herkes sevdiğinden doydu, usandı
Neden kaldık böyle bahtı kara biz

Namem hem okusun hem yâr ağlasın
Aşk oduna düşsün nâçar ağlasın
Sînesini dövsün her bâr ağlasın
Desin ki zulmettik Zihnî'zâra biz


Katip Sen Yaz

Katip Sen Yaz Saba Sen De Kerem Kıl
Katip sen yaz saba sen de kerem kıl
Götür arzıhalim yare tez elden
Naziktir efendim nezahetli bil
Gönderelim o dildara tez elden

Katip çok uzatma sarfı imlayı
Hemen yaz derdime iste davayı
Kerem et bekletme bad-ı sabayı
Azmeylesin o diyara tez elden

Hasretli dideme nem mi gönderir
Hicran mı gönderir gam mı gönderir
Zahm-ı dil-i Zihni'zara tez elden
Gider İsen Bizim Diyare

Saba gider isen bizim diyare
Benim vasfı halim o yare söyle
Lalenin bağrında bir ise yare
Benimki erişti hezara söyle

Bülbül bir gül için çekerse zarı
Halini arzeder yüz yüze bari
Ya ben görmemişim o şuh didarı
Bıraktı bu garip diyare söyle

Pervane perrini yaktıysa nare
Ya ben yaktım vücudumu yekpare
Zihniya Mansur'u çektiyse dare
Ben esirim zülfü nigare söyle


Seni Bağı İremden Mi Kaçırmış

Seni bağı iremden mi kaçırmış
Melek misin asumandan mı geliş
Gittikçe şevketin şanın yücelmiş
Bilmem tahtı Süleyman'dan mı geliş

Hüsn ile bugün Yusufi devransın
Ne incisin ne mercansın ne cansın
Korkarım fitneli ahır zamansın
Mehdi misin Isfahandan mı geliş

Güzel sevmek olmuş Zihni'ye adet
Ne bağda ser çektin ey servi kamet
Sormak ayıp olmasın a çeşmi afet
Mülki lali Bedahşandan mı geliş


Haber Yoktur Sılamdan


Uzun müddet haber yoktur sılamdan
Her posta geldikçe gönlüm yerinir
Haber yok evlad ü ayal, anamdan
Can postanelere varır sürünür

Kör olsun gurbetin kahrı bitmedi
Gidemem vatana çilem yetmedi
Gül de taksam bülbülümüz ötmedi
Altın kafes olsa viran görünür

Bahar geldi seyran için iline
Herkes sevdiğim takmış koluna
Zihniya gurbetin gider yoluna
Hasretli sîneme hicran sarınır


Senin Kimdedir

Nazlı dilber ben de sana kul oldum
Benim gönlüm sende senin kimdedir
Hâr bürümüş gonce gülün dermeğe
Benim gönlüm sende senin kimdedir

(Ah)A sevdiğim seni çoktan severim
Yüzünü gördükçe gönlün eğlerim
Gizli sırrım sevdiğime söylerim
Benim gönlüm sende senin kimdedir

Aşkın âteşine yandım yakıldım
Halîl gibi mancınıktan atıldım
Yûsuf gibi dondan dona satıldım
Benim gönlüm sende senin kimdedir

Bahârdır kırmızı güller açılır
Meclisler donanıp bâde(ler)içilir
Yolunda (da) canlar serden geçilir
Benim gönlüm sende senin kimdedir


Göç Etmiş Leyla

Yıkmış çadırların göç etmiş Leyla
Vardım ki boş kalmış yar otakları
Dağı mesken etmiş biçare Mecnun
Akıtmış gözünden kan ırmakları

Zeyd ile göndermiş Leyla'ya name
Dedi iyi getirdim ağyarı kama
Akıbet yar oldun İbniselama
Neyledin ettiğin o misakları

Zihni'yim akıttım didem yaşların
Yedi yıl bekledim bulak başların
Dağıt bu derneği sav savaşların
Bozuldu kabail ittifakları.


HARDADIR

Erzurum'dan esip gelen sabalar
Varın görün bayburd bağı hardadır
O yar ülkesinin baharı var mıdır
Yahşı mıdır yar otağı hardadır

Felek bülbülünden cüda düşürmüş
Öz bülbülünden cüda düşürmüş
Mecnun olmuş leyla'sını şaşırmış
Gezer amma bilmez bağı hardadır

Müjde saba o dil-dare gidipsen
Üç gonceli gül'izare gidipsen
Zihni hara ne diyare gidipsen
Toprak harda üstad çağı hardadır

***
Mevlâ'yı seversen dergâh-ı yâre
Arz et ahvâlimi bir beyân nâme
Gizli sırlarım var şâh-ı dil-dâre
Açılma ağyâre el-amân nâme

Hasretin sinemde mihmân ettiğim
Her gece gamlarla divân ettiğim
Hicr ile subha dek figân ettiğim
Aşkına yandığım her zaman nâme

Zihnî'yem sen teki ciğer dağlıyam
Sevdâ esîriyem kolu bağlıyam
Kime derdim yanam kime ağlıyam
Bildir ahvâlimi perîşân nâme


***
Yârsız gurbet elde garib serime
Dar oldu zemin ü âsümân nâme
Bir bir ahvâlimi söyle yârime
Dil bilmez garibe tercemân nâme

Diz çöküp elinden ayağından öp
Yine gerdânından dudağından öp
Evvel bukağından yanağından öp
Sonra sergüzeştim kıl beyân nâme

İmtisâl eyleyip fermân-ı aşka
Tîr olup atıldım kemân-ı aşka
Zihnî çıktım hezâr divân-ı aşka
Sevdâ ile oldum imtihân nâme


***
Destûr alıp şâh-ı festen perçemin
Ordu çekmiş Rûm kayserin üstüne
Erenler yardımcın Hızır hemdemin
Oldu şânın yürü kişver üstüne

Ey hüsrev-i hûbân ey şâh-ı ebrû
Baş üzre püsküllü belâ nedir bu
Bölük bölük olup leşker-i gîsû
Yayılmış arsa-i mahşer üstüne

Zihnî'yem çekerim derd-i hicrânın
Hâlime rahm etmez çeşm-i fettânın
Bin âşık öldürmüş tîğ-i müşgânın
Yine kan bulaşmış hançer üstüne


***
El-amân ne fenâ vakte yetiştik
Ahde vefâ eder yârân mı kaldı
Mey ile mahbûba yüz tuttu devrân
Şikeste hâtırı soran mı kaldı

Bu dünyâya sanki vefâ gelmemiş
Gelmişse de bir kimse de kalmamış
Kim var ki dostundan cefâ görmemiş
Cihânda bir sözde duran mı kaldı

Yüzünde dosttur ki değme keyfine
Gıyabda kemliği yetirir yine
İki yüzden sonra yetişti sine
Zihnî bu mânaya eren mi kaldı


***
Kim ol karşımdaki tâze nev-civân
İn midircin midir peri mi geldi
Öldü derler idi Yûsuf-i Ken'ân
Yoksa dirilip de geri mi geldi

Ey hûri cennetten seni kim kovdu
Rûyundaki nûru âleme doldu
Acaba karşıdan güneş mi doğdu
Yoksa güzellerin feri mi geldi

Zihnî'yâ kulundur (yoksa) nedir
Hüsnün ziyâsıyle eyleyip bedir
Okunur cemâlin Leyle-i Kadir
Açıldı gökyüzü sûre mi geldi


***
Sefîne gönlüm (ü) deryâya saldım
Çıkarmadı bir kenara tecelli
Kesildi takadım bi-mecal kaldım
Vurdu beni yerden yere tecelli

Çıktım gurbet ele seyret âhımı
Harap etti kalp nazar-gâhımı
Kara bulut gibi kesti râhımı
Koymaz beni semt-i yâre tecelli

Unutma Zihnî'yi bezm-i keremde
Şu nâtuvân gönlüm kaldı mâtemde
Ben kendimi gizledikçe âlemde
Çekti beni âşikâre tecelli 


***
Bunaldım yâr sana sitemkâr dedim
Bilmem nerden buldu bu cevâp seni
Yorulmayıp müftüye şer'â danış
Düşürür dâvâdan bu hitâb seni

Nâz edip âşıka alma âhı sen
Hûblar kişverinin mutlak şâhı sen
Hüsnünle mat ettin gökte mâhı sen
Şerm eder görünce afitâb seni

Demişsin istemem Zihnî harâbı
Görünce çekersin yüze nikâbı
Sevdiğim sehv ettin sen bu cevâbı
Ne hicâb kurtarır ne nikâb seni 


***
Âh elinden zülfü kemendim benim
Müjgân değdi sinem yaralandı gel
Günbegün artmakta derd ile gamım
Uç verdi yaralar sıralandı gel

Gamdan hisâr oldu meskenim yurdum
Tükenmez âvâzım okunmaz virdim
Üç değil beş değil yüz oldu derdim
Yüklendi gam yüküm kiralandı gel

Zihnî de kulundur haftada ayda
Sevip ayrılmada ne buldun fayda
Azrail göğsümde canım hay hayda
Gözlerimin akı karalandı gel 


***
Süründüm yüz üzre kapına geldim
Demişsin tabîbim yâre bağlarım
Merhem kabul etmez yâre bağ tutmaz
Âh etsem çözülür yâre bağlarım

Teşne-diller leb-i şîrînçün ağlar
Meme özler(çocuk) şîr'inçün ağlar
Ferhâd Bisutûn'da Şîrîn'çün ağlar
Bende yarim için yâ Râb ağlarım

Yâr yine gel dedi gelemem dedim
Aşkın zebûnuyum gelemem dedim
Zihnî'yim lebinden gel emem dedim
Gönlüm anınçün yâre bağlarım 


***
Senden ayrılalı ey kaşı kemân
Başıma dar oldu cihân sevdiğim
Hasretinden âciz oldum el-amân
Haste-dîlim zamân zamân sevdiğim

Suyun mu çekmişler yoksa türâbın
Gül kefenin olmuş sümbül nikâbın
İsteyenler gelsin garib tevvâbın
Kılsınlar namazın revân sevdiğim

Bırakın Zihnî'yi gam diyârında
Yaktın vücûdunu aşkın nârına
Sanma senden ayrı gönül bârına
Sensin İrân Tûrân virân sevdiğim 


***
Eğlen ey sevdiğim şâh-ı hûbânım
Bu kış eğlen yaz gelsin de gidelim
Başlasın feryâda bülbül-i gülşen
Goncelere şâz gelsin de gidelim

Bezensin sahralar güller açılsın
Gonce-fem destinden bâde içilsin
Serv-ü sanavberden ar'ar saçılsın
Lâleden dağ vaz gelsin de gidelim

Güzeller yürüsün Çin ü Maçin'den
Şehr-i Karabağ'dan Hıta-i Çin'den
Hele haber gelsin bağ-ı laçin'den
Zihnî-i demsâz gelsin de gidelim 


***
Firkât-i şâd ile mihmân geleli
Varımı harc ettim virâne düştüm
Gitti arz elden dîl-i tîmârına
Şâhlar kapısına fermâne düştüm

Olmuşum mededsiz lütfuna muhtâç
Gam geldi varımı eyledi târâc
Yüzün görmeyeli ey leb-i güllâc
Derde tutsak oldum dermâne düştüm

İçeli ayrılık câmını Zihnî
Bulmadı Şeydâ dil kâmını Zihnî
Anma gonca gülün nâmını Zihnî
Gülşen-i figânda hicrâna düştüm 


***
Yürü gönül azm et bir gülüstâna
O gülzârın gülizârı geçmeden
Yetir feryâdını çemenistâna
Andelibin nevbahârı geçmeden

Gezme bu âlemde sakın hüveydâ
Terk eyle ağyârı yâr eyle peydâ
Metâ'ın arz eyle ehline her câ
Bu bâzârın harîdârı geçmeden

Esb-i nâzın tutup elde yidegör
Ehl-i Hak'la râh-ı Hakk'a gidegör
Zihnî maksûdunu elde idegör
At alanlar Üsküdâr'ı geçmeden 


***
Dost eline doğru giden sabâlar
Benim vasf-ı hâlim o yâre söylen
Lâlenin bağrında bir ise sevdâ
Benimki yetişti hezâre söylen

Bülbül bir gül için çekerse zârı
Hâlini arz eder yüz yere bâri
Ben görmez oldum gül yüzlü yâri
Düşmüşüm bu garib diyâre söylen

Pervane perrini yakarsa nâre
Ben yaktım vücûdum yek pâre pâre
Zihnî'ti çektiler Mansûrî dâre
Ben esîrim zülf-i nigâre söylen


***
Kakülün ser bölük zülfün yüzbaşı
Çin mülkünün hükümrânı gözlerin
Perçemin Hıtâyî hâlin Habeşî
Değer taht-ı Süleymân-ı gözlerin

Karabağ'ı bir kıl ile bağladı
Hışma gelip Dağıstân'ı dağladı
Hançerini su kasdına zağladı
Oka tuttu Horasan'ı gözlerin

Zihnî'yim ey kaşı kemân sevdiğim
Kirpiklerin oktur yaman sevdiğim
Koy etsin sînemi nişân sevdiğim
Alsın sâyemizde Şam'ı gözlerin


***
Mevlâ'yı seversen ey bâd-ı sabâ
O kâkül-i semensâye de gelsin
Pây-ı gubârından Isfahan hacîl
O dü çeşmin tûtîyâya de gelsin

Şemîm-i zülfüne serv-i semenin
Müşterisi gelmiş Hind ü Yemen'in
Kişver-i Hıtâ'nın mülk-i Hoten'in
Pâdişâh-ı dil-rübâya de gelsin

Dökmüş mûylarını şâh-marân gibi
Her bir teli Zihnî perişân gibi
Dağıtmış buludu âsûman gibi
Turra etmiş o bedr aya de gelsin


***
Kalkın ara yerden dumanlı dağlar
Dost elinin bahçe bağı görünsün
Gülşen-i hicrânda kızardı güller
Andelibe feryâd çağı görünsün

Dağlar bu hususta olmuşum Ferhâd
Sizdedir o şirin kâmet-i şimşâd
Yâ verin yâ olun yek cihet berbâd
Yâ savulun yâr otağı görünsün

Sabâ sen de dost eline gidersen
Değme mûylarına hata edersin
Hâyâl-i zülfüne eğer değersen
Zihnî'nin bağrında dağı görürsün


***
Sînemde Kerbelâ kurdu veremler
Hicrân gamı gam hicrânı üsteler
Gam leşkeri hisâr etti gönlümü
Korkarım gittikçe cânı üsteler

Bu nizâ bu gavga böyle giderse
Bu aşk bu sevdâ böyle giderse
Bu mevc bu deryâ böyle giderse
Az vakitte çok ummânı üsteler

Zihnî tek cevrine kâil olanlar
Hüsnün zekâtına sâil olanlar
Sen şeh-i hûbâna nâil olanlar
Hezâr taht-ı Süleymân'ı üsteler


***
Beni getirdiler dîvân aşkına
Bir Şâh-ı hûbâna kulsun dediler
Doğru gönderdiler meydân-ı aşka
Verin sevdiğini alsın dediler

Kıymak ister âşıkının cânına
Rakîbler birikmiş dostun yanına
Düşer mi sevdiğim güzel şânına
Küşâde gülleri solsun dediler

Gönül mürgü herdem firkatte
Bugün hep âşıklar bezm-i ülfette
Yâr ile birlikte zevk-i sohbette
Zihnî muammâyı bulsun dediler

 
***
Erzurum'dan esip gelen sabâlar
Varın görün Bayburt bağı hardadır
O yâr ülkesinin bahârı mıdır
Yahşı mıdır yâr otağı hardadır

Bayburtlu Zihni


               

2 Aralık 2011 Cuma

SÜLEYMAN RUHİ



:)
Bayburt'un Manevi Önderler

Süleyman Ruhi


Bayburt’un Gökçedere Kasabası’nda 1880-1951. doğmuştur. Süleyman Ruhi, Küçük İbrahim Oğulları ailesinden olup, asıl adı Süleyman Hafız’dir. Onun içindir ki Hafız Süleyman olarak tanınmaktadır. Süleyman Ruhi Akkoyunlular’ın vakıf olan camii, medrese, külliyelerde yetişmiştir. Bu medreselerde çok büyük din alimleri de yetişmiştir. Hocası: Of’lu Hacı Feraset Efendi’dir. 
Nakşibendi tarikatına mensup olduktan sonra, Vehbi Hayyat Hazretlerini rüyasında görmüş, manzume yazmaya başlamıştır.Bütün manzumelerinde mahlas olarak Ruhi’yi kullanan Süleyman Ruhi, yaşamının 
son dönemlerinde ise yazdığı tüm manzumelerini imha etti. 
Bugüne kalabilen az sayıdaki eseri ise o dönemde yaşayan insanların 
kulaktan kulağa aktarmaları, aldıkları notlar ve oğlu tarafından
akılda tutulanlardan oluşmaktadır. Çok sayıdaki manzume, koşma, nefes gibi deyişlerinden bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir.

BEĞENMEZ
Koltukçu kalmadı hep oldu tüccâr
Sığır görmeyenler oldular meccâr
Katık bulamayıp sırf yerken pancar
Caba mal bulanlar yemek beğenmez

Koltukçular halka verir talanı
Arkasına vursan zerdûş palanı
Biri beşe satar söyler yalanı
Salamura nedir semek beğenmez

Bu hâli arzedem 
Bu bir istirhamdır ey âli Süphân
Kulunun kalbini görürsün pünhân
Emrinde dönüyor âlem-i devrân
Âlemi murâda erdiren sensin

Bu hâli arzedem Ahmet Muhtâr'a
Ednânın derdine kıla bir çâre
Beni meftûn kılan bir gülizâre
Ağlayan âdemi güldüren sensin

Kula yüz yirmi bin nebîden himmet
Evliyâ âşıka ediyor minnet
Âşık ma'şûkundan vazgeçmez elbet
Rûhî'yi menzile erdiren sensin

Rûhî der ağalar
Rûhî der ağalar bu söz duyulur
Ağızdan ağza elbet yayılır
Bazen kimi himâr köhlan sayılır
Hasır bulamayan yatak beğenmez


Âdemi turâbtan eyledi mevcût
İndi feriştahlar kıldılar sücûd
Bir zerreden yaratıldı bu mevcût
Gelen gelir bunda giden görünmez

Mümin'e verecek cennetle hûri
Rızâ-i haktır ki eyle sürûri
Kalbi tenvir eden ibâdet nûri
Eseri görünür imân görünmez

Hâkim-i mutlaktır Rezzâk-ı Âlem
Oku habibine selât ü selâm
Halk oldu kâinat çalındır kalem
Rûhî der yaratan Süphân görünmez

Çaya ve şekere düşkün bir şâirdir.
İkinci Cihân Harbi yıllarında sıkıntı yaşanınca 
şâir buna dayanamaz ve şu şiirini söyler:

ÇAY
Bardak demlik bundan sonra dinlensin
Çay şeker yok gönül nasıl eğlensin
Tiryâkîyim bu destânım söylensin
Yahşi günlerimiz yamâne düştü

Yüz otuz kuruşa bir kilo şeker
Çaya meftûn olan gör ki ne çeker
Çitçiler bu sene dağı çok eker
Fâkir olan müşkil zemâne düştü

Şâir Rûhî çokça içerken çayı
Ansızın kırıldı tezgâhın yayı
Çayla şeker oldu pek kabadayı
Her günümüz tipi borâna düştü
***


KEREM KIL EY SABA


Kerem kil ey saba yazayim name
Gönlüm firakindan gölendi game
Yar elinden içtim bir dolu came
Serimi sevdaya salana götür.

De ki: Mecnun olmus Leyla'sin arar
Kesilmis takati kalmamis karar
Sevda yaresin tabip mi sarar?
Derdimin dermani olana götür.

Ezel-i ervah da kalemin çalmis
Süleyman Ruhi'yi bu aska salmis
Yok iken dünyada imlaya gelmis
Bu sözümden hisse alana götür.
*** 
SEVDİĞİM
Yoktan bu aleme geldi nisane
Çareler kilandir derde düsene
Agladim yetistim ol ali sane
Derdime bir çare aman sevdigim.

Enbiya, evliya feyzinden alir
Cem olur halayik dermana gelir
Bu cihan nur'undan münevver olur
Sefaat kilmaktir sanin sevdigim.

Agla asik agla dermanin ara
Sen nasil bülbülsün gonca gülzara
Var mi armaganin münasip yare
Bag-i cennet gonca gülün sevdigim.

Sana meftun olan asik mi yatar?
Ötünce bülbüller derde dert katar
Lokman'sin aleme dermanin yeter
Aydindir hiç solmaz gülün sevdigim.

Bag-i gülseninde bülbüller öeter
Vasfi mümkün degil gel asik yeter
Cevahir yükünü çeker mi kantar
Lamekan sehrinde malin sevdigim.

Ani seven asik her zaman aglar
Akar gözyaslari irmagi çaglar
Ol sahin dermani dertleri saglar
Can içinde bize canan sevdigim.

Seher erdi misk-ü anber saçilir
Terinden yanakta güller açilir
Havz-u Kevserinden bade içilir.
Umarim lütfundan derman sevdigim.

Miracina kabul buyurdu Mevla,
Kemali sifatla methetti ala
Isbatina delil sure-i Esra
Mescid-i Aksa'da Imam sevdigim.

Kainat halk oldu anin nurundan
Cem-i mahser Israfil'in sur'undan
Halayik kalkinca anda yerinden
Çeker sancagini hemen sevdigim.

Agla RUHI agla gözlerin dolsun
Ahmet-i Muhtar'a halin arzolsun
Dertli biçareye çareler kilsin
Sefaat fermanin alan sevdigim
***
 Görünmez
Âdemi turâbtan eyledi mevcût
İndi feriştalar kıldılar sücûd
Bir zerreden yaratıldı bu mevcût
Gelen gelir bunda giden görünmez

Mümin'e verecek cennetle hûri
Rızâ-i haktır ki eyle sürûri
Kalbi tenvir eden ibâdet nûri
Eseri görünür imân görünmez

Hâkim-i mutlaktır Rezzâk-ı Âlem
Oku habibine selât ü selâm
Halk oldu kâinat çalındır kalem
Rûhî der yaratan Süphân görünmez
*** 

Aşağıdaki şiiriyle doğduğu yer olan
Bayburt'un Pulur köyünü betimlemiştir.

Pulur'un 
Doğusu ovadır gayeten süslü
Batı cihetinin harmandır aslı
Kuzeyin sorarsan bir dağa yaslı
Güneyinden akar çayı Pulur'un

Akkoyun Bey'inin budur durağı
Herdem yanmaktadır sönmez çırağı
Eseri câmidir yeşil burağı
Tarihte bilinir payı Pulur'un

Mektebi konmuştur köy arasında
Çocuklar dizilir sıra hasında
Öğretmen bayları ders esnâsında
Müdâvim terakkî ayı Pulur'un

Her mahâlden çıkra malı davarı
Arpadan buğdaydan çok olur kârı
Bunun yiğitleri hep aslân-vârî
Kazada bulunmaz tayı Pulur'un

Yemiş ağaç ile çam fidânları
Türlü çiçek açar yayla otağı
Müzeyyen sahrası gülistân bağı
İçene şifâdır suyu Pulur'un

Hâkirin doğduğu sevgili yurttur
Taş ile toprağı sanki zümrüttür
Hakikat râhında sözleri merttir
Şâirân gülüdür Rûhî Pulur'un
***


Şâir ölen hanımı üzerine aşağıdaki şiiri söylemiştir:

Gülizâre yetiştim 
Akkoyun neslinden bir melek simâ
Nûr ile münevver kurulmuş binâ
İşveli sultanım yeşil baş suna
Çok şükür Mevlâ'ya yâre yetiştim

Kalbime cilâdır o siyah mûyu
Dengime muvafık almakta suyu
Derecesi âli pek güzel huyu
Bu ne nimet bir şikâre yetiştim

Kadir Mevlâ'm ânı övmüş yaratmış
Nevreste nev-civân nûrlara batmış
Rûhî der feryâdım cihânı tutmuş
Baykuş iken gülizâre yetiştim

*** 
Aşağıdaki şiiri şâir ikinci eşi Ruhigül hanım için söylemiştir:

Ayrılık âteşi  
Hey ahbaplar ağlasam da âr değil
Gül ü gonca idi bunda hâr değil
Unutamam i'tibarsız yâr değil
Öyle bir garibin derdi cândadır

Kavimden kardeşten gitti hasiret
Hükmen şehît derler o da hakikat
Nazik tenden cân gidince nihâyet
Ölüm nişânesi bilmem kandedir

Süleyman Rûhî de muhtasar söyler
Garip olanlara Mavlâ'm rahmeyler
Çekülüp ketumdan dünyâ dar eyler
Ayrılık âteşi her dem bendedir
*** 
1939 kışında Erzincân'da meydâna gelen deprem, 
şâirimizi bağrından yaralar ve şu ağıtı söyler:

Erzincan Depremi -1
Allah'ın hışmından Erzincân yandı
Halka korku düştü herkes uyandı
Evler harâp oldu ışıklar söndü
Ânda zî-rûh ola insân ağladı

Kişinin çektiği kendi cezâsı
Haşredek Erzincân çeker bu yası
Tevbe kılak Hakk'a olmayak asi
Himmet penahımız sultan ağladı

Felâketzedeler zemîni titrer
Sabi sübyân düşmüş toprakta inler
Yüreler çâk olmuş kulaklar sinler
Bay ü gedâ hem âsûmân ağladı

Câmii mescîdi bellisiz oldu
Lâlesi açmadan goncası soldu
Nevreste nev-civân gençler ne oldu
Şîrîn şehri yurdu virân ağladı

Rûhî ile bezendi âlem-i berzak
Ne hikmetin vardın ey gani Rezzâk
Ankara Erzurûm çok döktür erzak
Reis-i cumhûru cihân ağladı

Bağlar harâp oldu bülbüller ötmez
Ağaçlar aşlanıp meyveler bitmez
Te'sir-i iftirâk herkesten gitmez
Şeydâ bülbül bağı-ı civân ağladı
*** Erzincan Depremi -2

Evlere gitmeye olmayız emîn
Sarsıldı bu yerler titredi zemîn
Bizi affetmektir Yârabbî şânın
Değil ihsân bütün pünhân ağladı

Felâket tahribât çok yerde oldu
Mecrûh müteveffa birkaç bin buldu
Berâtlar büküldü defterler doldu
Koptu mahşer ulu dîvan ağladı

Tarih bin dokuz yüz otuz dokuzda
Çok felâket oldu şehr-i nüfûsta
Murâtsız gittiler gelin de kız da
Bu hususta surî mizân ağladı

Rûhî Yaradan'dan affını diler
Akan göz yaşını gayrı kim siler
Tuğyâne başladı kabardı sular
Nice deryâ bahr-i ummân ağladı
***
Hardışı (Çiftetaş) köyünden Hüsrev Bey ile tanışan şâirimiz
onun ölümü üzerine epey bir zaman köye gitmez.
Zamanla köyde aileden kimse kalmayınca köyde şâirimizin
zamanında oturup sohbet ettiği konak odası harâb bir hâle gelir.
Köye ilk gittiğinde şâir bu manzarayı görür ve etkilenir.
Bunun üzerine aşağıdaki şiiri söyler:

HARDIŞI
Çoktur Hardışı'nın ördeği kazı
Al yeşil giyinir gelini kızı
Ekmeğe şâyândır ovası düzü
Paşalara hizmet gören Hardışı

Beyler konağına girmekte kuşlar
Aldanma dünyâya bozuktur işler
Mevlâ'm nutuk verse söylese taşlar
Nice saltanatlar süren Hardışı

Süleymân Rûhî'de bu hâlin gördü
Virân taşlarından suâlin sordu
Ehl-i sehâvetde beyler var idi
Neden konakların virân Hardışı
***
KAR
Geldim Kısanta'ya tutuldum kara
Gani Mevlâ'm senden ola bir çâre
Lütfeyle kavuştur o nazlı yâre
Pus almış dağları eli görünmez

Gene çökmüş çöl Pulur'un dumanı
Galiba gelmiştir kışın zemânı
Gönül sevdiğinden kesmez gümânı
Lâle sümbül olmuş göze görünmez

Hançer-i feleğin ucu ciğerde
Bu aşkın âteşi artıyor serde
Yârabbî başımı sen koyma derde
Rûhî der sevdiğim sunam görünmez
***
Aşağıdaki şiiri şâir Akkoyunluların büyüklerinden


vefât eden Hâfız Bey için söylemiştir:

Hâfız merdâne 
Akkoyun neslinden Hâfız merdâne
Ermişti dünyâda şöhrete şâne
Ani ecel erdi o şîrîn câne
Dili kıraatle Dîl-dâr'e gitti

Mürşidi Kur'ân'dan kemâle erdi
Dü cihânı şâhından şefaât gördi
Diyâr-ı gurbette dosta cân verdi
Uçtu bülbül ânda gülzâre gitti

Dünyâdan ahrete çekildi âlem
Ezel levhi yazmış böylece kalem
Tükendi tanesi hatm oldu kelâm
Hâfızlar sultânı Settâr'e gitti

Senin ayrılığın halkı âteşler
Nûr-i Kur'ân kalbin tenvire başlar
Değil ki insânlar ağladı kuşlar
Göz yaşı armağan ol yâre gitti

Tarih bin dokuz yüz otuz altıda
Vilâyet Erzurûm o hasret dîde
Şehâdet rütbesin emretti Hûda
Berât-ı âli şân Gaffâr'e gitti

Rûhî der yandırdı cümle insânı
Terk eyledi hânı manı cihânı
Ağlaşır câmiler bülbülü hânı
Goncası solmayan diyâre gitti
***
Şâir aşağıdaki şiirini arazi için Pulur'a gelen hey'etin başında bulunan
Ali Bey'e hoş geldin maksadı ile söylemiştir:

Aslân yetişti 
Bir gül için kılarıdın feryâdı
Lütfetti Yaradan eyledi varı
Aslı beyzâdedir Ali Bey adı
Çok şükür sen gibi aslân yetişti

Cidden methederim ey aslan seni
Cidden çalışıp da şâd eyle beni
Hüsniyet sâhibi mürüvvet kâni
Çok şükür sen gibi aslân yetişti

Bu düşkün gedânın derdin bilesin
Ağlayanın göz yaşını silesin
Devâsız dertlere çâre kılansın
İstemem tabibi Lokman yetişti

Begim bir goncadır solmaz ebedi
Arazi yazıyor mübârek yedi
Âlidir vicdânı var bize vâ'di
Derdim önleyecek dermân yetişti

Emsâli bulunmaz aslında meğer
Ağzından dökülür bal ile şeker
Rahmetsen Rûhî'ye efendim meğer
Yâre kavuşacak zemân yetişti
***
Böyle bir zemâna 
Anlamaz kalmadı oldu bostancı
Mektep görmeyenin ismi destâncı
Büyük tüccâr oldu koltukçu hâncı
Böyle bir zemâna erdim efendim


Âşık olan akı karadan seçer
Elbet dünyâ fani tez gelir geçer
Sefil mazlum olan pek kalır nâçâr
Hizmetkârdan ağa gördüm efendim


Rûhî der ey kardeş sen tembel olma
Zeytin yağı ile o nazik dolma
Lâl ü zer kemerde yıldızlı forma
Hamalda kuşanmış gördüm efendim
*** 
Süleymân Rûhî'nin aşağıdaki şiirleri ilâhî aşkın verdiği enerjinin üründür.
Buna karşın bir iki şiirde beşerî hisler olmakla birlikte onun temelinde de
yine Mevlâ aşkı bulunmaktadır.

Zümre-i aşkın bir dânesiyem 
Aman ey sevdiğim sakla pendini
Her pehlivân bilmez senin fendini
Ağyâre gösterme sakın kendini
O kara gözlerin divânesiyem

Ağyâre sevdiği sırların deme
Gonca güllerini gayrıya verme
Meftûnum dilber derdimi sorma
Takın ak gerdâna dürr dânesiyen

Lütfedip hâlime kılsana nazar
Sanma göğsün benden gayrılar çözer
Rûhî çeng-i dîlde çok dîvan yazar
Zümre-i aşkın bir dânesiyem
***
Neylerim 
Ebrûların bana sermâye yeter
Yanakta gül açmış menekşe biter
Gönlümün bağında bülbüller öter
Cihânda bir gayrı kârı neylerim


Bir melek simâdır bakışı peri
Aşkın âteşine yaktı bu seri
Leylâ'yı dûzahtan alınca beri
Ondan başka gayrı yâri neylerim

Rûhî bir yâre için eylerken âhı
Erdirdi murâda kadir ilâhî
Şükür keremine ey Şâhlar Şâhı
Aşkınan yanmayan seri neylerim
***
Görünmez 

Ok değdi sineme yanıktır tenim
Ötmüyor bülbüller açmıyor gülüm
Yüreğim yaralı akmıyor kanım
Akar kanım amma yare görünmez

Aşk âteş tende devrân eyledi
Günden güne işim firâk eyledi
Felek sevdiğimden ırak eyledi
O bir gonca güldür hâr görünmez

Rûhî gedâ yanar yanar tutuşur
Âh çekerse âsûmâna yetişir
Her âşık bağında bülbül ötüşür
Neden bu derdime çâre görünmez
***
Senindir 
O yârin bağında lâle sümbüller
Açılmış Leylâ'sı hem bağı güller
Âşıkı mest eder o şîrîn diller
Kıyabakma sultân bu cân senindir

Beni meftûn eden o şîrîn sözdür
Sîneme ok vuran o kara gözdür
Derdim bine vardı sanma ki yüzdür
Sağlanmaz bu yara dermân senindir

Rûhî der yârime gönderin selâm
Üstümüze güler bütün el âlem
Ekşim haddin aştı yazmakta kalem
Reddetme kabûl kıl fermân senindir
*** 
Sensin 

Bu bir istirhamdır ey âli Süphân
Kulunun kalbini görürsün pünhân
Emrinde dönüyor âlem-i devrân
Âlemi murâda erdiren sensin

Bu hâli arzedem Ahmet Muhtâr'a
Ednânın derdine kıla bir çâre
Beni meftûn kılan bir gülizâre
Ağlayan âdemi güldüren sensin

Kula yüz yirmi bin nebîden himmet
Evliyâ âşıka ediyor minnet
Âşık ma'şûkundan vazgeçmez elbet
Rûhî'yi menzile erdiren sensin
 
Süleyman RUHİ

SAĞ TIKLAMA YOK